An American Haunting (2005)


Courtney Solomon' un kendi yazıp yönettiği korku-gerilim filmi. Filmin bir özelliği ise, $u ana kadar bir ruhun insanı yaraladığının gerçek kanıtlara dayanan Bell Witch olayını anlatması.


Dozu pek ayarlanamamı$ bir film olmu$tur bence. Zira, insanların korku sahneleri çok komik olmu$ mesela. Bazı yerlerde kamera bir kaç ki$inin arasında dönerken, birinin yüzüne gelince korkuyor sonra öbürüne geçiyor sırayla korkuyorlar. Filmin bazı yerlerinde mantık hataları gibi gözüken durumlar filmin sonunda iki dakika dü$ünmeyle aslında saçma değil ince ayrıntılar olduğu farkediliyor. Fakat filmi kurtarmaya yeten bir durum değil bence. Sonunda o kadar dandik bağlamı$larki, sanki aceleye gelmi$ gibi. Kötü bir son değil aslında. Fakat oldukça kötü bağlanmı$. Betsy Bell karakterini canlandıran Rachel Hurt-Wood ise gayet iyi bir performans sergilemi$. Potansiyeli yüksek bir oyuncu gibi duruyor.

Eğer sonunu daha güzel bir $ekilde bağlayabilselermi$, çok daha iyi bir film olabilirmi$. Çünkü, 1800' lerin Amerikası filan derken, ortamı ba$arılı bir $ekilde yansıtmı$lar. Fakat sonuna kadar gelip pili biten arabalara benzemi$ bu film. Olmamı$ yahu.

Points:4/10

Posted at time: 17:07 on 30 Eylül 2009 Çarşamba by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

Knowing (2009)


Yönetmenliğini, The Crow' dan tanıdığım Alex Proyas' ın yaptığı filmdir.


Nicolas Cage' in ba$rolünde olduğu bu filmi izleme nedenim aslında konusu idi. Kendisiyle ilgili pek bir $ey söylemeden geçicem. Rose Byrne ise tam anlamıyla hayal kırıklığı oldu bu filmde benim için. Yahu bir insan film boyunca bu kadar mı soğuk olabilir? Bir an önce ölsün artık diye dü$ündüm durdum film boyunca. Bu konu gelmi$ken hemen söylemek istiyorumki, görsel efektleri gayet iyi olmu$ filmin. Herhangi bir sırıtma olmamasına rağmen, özellikle uçak sahnesine hayran kaldığımı söyleyebilirim. Bunun dı$ında, tren sahneside gayet iyiydi. Dünyanın yanmasıda bu üçlü arasında en az dikkat çeken olsa da standardın üzerindeydi bence. Fakat filme genel olarak bakarsak özellikle konunun i$leni$i açısından bir çok saçmalık barındırmakta. İlk aklıma gelen, John' un (Nicolas Cage), Caleb' in (Chandler Canterbury) elinden kağıdı çekip almasıydı. Ulan sen kıçını yırtıyorsun koordinat bulucam diye. Çocuk yazıcak belki neden çekersin be adam? Bunun gibi bir çok saçma $ey oldu filmin içinde. Bazı çok kli$e sahnelerde bulundurmakta. Fakat biraz öncede söylediğim gibi konusu benim ilgimi çekendi aslında. Zira, olmayacak bir $ey değildi anlatılan. Belkide bu yüzden filmin saçmalıkları dı$ında oldukça ho$uma gitti. Fakat gereksiz bir $ekilde abartılmı$ duygusal sahneler resmen baydı, öldürdü. Bir yere giderler gözya$ı, ba$ka bir yerde yine göz ya$ı. Yahu hani gizem, gerilim falandı bu film? Ne yaptınız canlar? Yazının altına "Drama" tag' ını ekliyeceğim sizin için. Mesela çocuklar arabadayken adamların üstlerine doğru gelmesi güzeldi. Aynı $ekilde Çocuğun yatağının yanında belirmeside öyle. Fakat o adamlar tam olarak kimdi? Bu da açıklanmadı filmde. Gelip, yeniden dünyayı in$a edicek çocukları seçip gittiler. Uzaylısınız sanırım ama bir açıklasaydınız yahu?

Filmin sonunda ise insan sevinsin mi üzülsünmü bilemiyor aslında. Tam olarak seyirciye bırakmı$lar bu kararı. Tebrik ediyorum bu açıdan kendilerini. Nicolas Cage' in son zamanlarda öldüğünüde görmemi$tik hiç hehe

Points:6/10

Posted at time: 17:22 on 26 Eylül 2009 Cumartesi by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

Angel-A (2005)


Luc Besson' ın yazıp yönettiği romantik komedi filmi.


Film içinde belkide en çok dikkat çeken unsurlar, repliklerin çoğunun oldukça samimi olması. Bu tespitte oyuncuların performansları tabiki büyük bir etmen. Jamel Debbouse ve tabiki Rie Rasmussen süper oynamı$lar. Fakat replikler bir ayrı samimi sanki. Bazı yerlerde tam olarak insanın dü$ündüklerini pat diye duyması insanı etkileyen bir durum.

Konu olarak aslında oldukça orjinal bir fikir gibi gelmedi bana gerçeği söylemek gerekirse. Fakat i$leni$ olarak oldukça iyi olmu$. Paris' in ba$ka bir güzel olduğu gerçeğini gözümüze gözümüze sokmu$tur. Çok fazla Fransız filmi izlemeyen biri olarak dü$üncem, Paris' in daha önce ba$ka herhangi bir filmde bu kadar güzel gösterilmediğidir.

Oyunculardan yukarıda bahsedip kaçtım, farkındayım. Rie Rasmussen kendi güzelliğini o kadar güzel kullanmı$ki, bazen filmden kopup sadece kendisini izlemeye neden oluyor. Jamel Debbouze ise Rie' ye ihtiyacı olan erkek karakterini oldukça iyi çizmi$. Filmin ba$ından sonuna kadar herhangi bir soğukluk olmadan tam kararında bitiyor eserini.

Filmin kendisine gelicek olursak eğer, bana kalırsa bazı yorumlarda okuduğum gibi ağır ve aksak bir anlatım yok. Siyah beyaz olması filmin farklı bir güzellik yakalamasını sağlamı$. Bir insanın çökü$ünü, kendini tekrar toparlaması için ihtiyacı olan zamanı ve davranı$larındaki korkaklık gibi $eyler oldukça ba$arılı yansıtılmı$. Yukarıda da söylediğim gibi, samimi olması sanırım burdan kaynaklanıyor. Herkes zayıf kaldığı durumlarda kendini kurtarıcak bir kahramana ihtiyaç duyuyor aslında içten içe. Sonunda ise insanın tam olarak ne hissetmesi gerektiğine karar verememi$ gibi aslında film. Sonuçta melek bile olsa kuraları yıkabiliyor ve vazgeçtiği $eyler kar$ılığında a$kını kazanıyor. Fakat insanların buruk bir tebessümle ayrılmasını istemi$ sanırım Luc Besson.

Fakat filmin ba$ında, köprüden atlarken "Tanrım, benden vaz mı geçtin? Bir i$aret yolla." gibi bir replik vardı sanırım tam olarak hatırlayamadım $imdi. Orda biraz belli etti kendini hemen yanına bakınca kızı görmesiyle. Ama olsun o kadar diyor ve yazımı bitiyorum.

Points:9/10

Posted at time: 18:49 on 24 Eylül 2009 Perşembe by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

Six Shooter (2004)


Sean Ellis' in yazıp yönettiği, 2004 yılında çıkmasına rağmen 2006 yılında Oscar' a en iyi kısa film dalında aday olmu$ filmdir.

Oldukça iyi oyunculukların yer aldığı filmdir Cashback. Mağaza müdürünün market arabasında ta$ınırkenki hali bile iyiydi. Ben karakterini canlandıran Sean Biggerstaff tam olarak hakkını vermi$ sanırım rolünün. Hiç konu$masada, 10 saniye gözüksede İsveçli öğrenciye benimde a$ık olduğumu belirtmek isterim. Çocuğun o ya$ta nutku tutulmu$ ben e$$ek kadar oldum benimde tutuldu yahu.

Konusu ise, markette çalı$an Ben, haftada 3 gün gece vardiyasına kalmakta, okuduğu sanat okulunun taksitlerini ödemeye çalı$maktadır. Kendisiyle birlikte çalı$an i$ arkada$larının hepsi gerek dü$ünceleriyle olsun, gerek davranı$larıyla zamanı kendileri için daha çabuk geçilebilir bir hale sokmu$lardır. Ben ise onlardan daha farklı dü$üncelere sahiptir.

Konunun i$leyi$i çok sağlam. Hiç bir tela$ olmadan sindire sindire anlatmı$lar 17 dakika olmasına rağmen. Komedi öğelerini biraz daha arttırabilirlermi$ sanki. Aradaki bir kaç espri eğreti gibi geldi bana.

Points:7/10

Posted at time: 20:55 on 23 Eylül 2009 Çarşamba by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Cashback (2004)


Sean Ellis' in yazıp yönettiği, 2004 yılında çıkmasına rağmen 2006 yılında Oscar' a en iyi kısa film dalında aday olmu$ filmdir.

Oldukça iyi oyunculukların yer aldığı filmdir Cashback. Mağaza müdürünün market arabasında ta$ınırkenki hali bile iyiydi. Ben karakterini canlandıran Sean Biggerstaff tam olarak hakkını vermi$ sanırım rolünün. Hiç konu$masada, 10 saniye gözüksede İsveçli öğrenciye benimde a$ık olduğumu belirtmek isterim. Çocuğun o ya$ta nutku tutulmu$ ben e$$ek kadar oldum benimde tutuldu yahu.

Konusu ise, markette çalı$an Ben, haftada 3 gün gece vardiyasına kalmakta, okuduğu sanat okulunun taksitlerini ödemeye çalı$maktadır. Kendisiyle birlikte çalı$an i$ arkada$larının hepsi gerek dü$ünceleriyle olsun, gerek davranı$larıyla zamanı kendileri için daha çabuk geçilebilir bir hale sokmu$lardır. Ben ise onlardan daha farklı dü$üncelere sahiptir.

Konunun i$leyi$i çok sağlam. Hiç bir tela$ olmadan sindire sindire anlatmı$lar 17 dakika olmasına rağmen. Komedi öğelerini biraz daha arttırabilirlermi$ sanki. Aradaki bir kaç espri eğreti gibi geldi bana.

Points:7/10

Posted at time: 20:53 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

Sleepy Hollow (1999)


Tim Burton' ın yönettiği bir film Sleepy Hollow.

Ba$sız süvari efsanesinin anlatıldığı bu filmde sanırım en dikkat çeken iki $ey, görsel olarak doyuma ula$tırması ve Christina Ricci' nin güzelliği. Aslında kendisinin yerinde daha büyük birisi seçilebilirmi$. Bazı sahnelerde Johhny Deep' ten ya$ça küçük olduğu çok bariz sırıtıyor.

Aslında filmle ilgili anlatılacak pek bir $ey yok. Tim Burton filmi olduğundan dolayı, hiç yadırmadan izlenmesini tavsiye etmekteyim. Bunun yanında Johnny Deep' in güzel bir performans daha gösterdiğinide belirtmek lazım. O korkak karakterin film içindeki mimikleri olsun haraketleri olsun, hatta sonlarında g.t korkusuyla dü$ünmeden süvarinin üstüne atlaması ve hemen ardından tekrar korkak ki$iliğine geri dönmesi olsun, oldukça ba$arılı yansıtmı$ bence.

Johhny Deep' in dı$ında diğer oyuncularda onu izleyip ço$mu$ kanaatindeyim. Hemen hemen hepsi belirli bir standartta oynamı$lar herhangi bir batırma yok benim gördüğüm kadarıyla. Senaryo ve i$leni$ oldukça iyi. Bunun dı$ında, süvarinin, ailesini öldürdükten sonra çocuğuda öldürmesi vah$iyceydi. Tüm o karizmasını götürdü o hareketi. Kınıyorum kendisini..

Points:7/10

Posted at time: 20:52 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

District 9 (2009)


Yapımcılığını Peter Jackson' ın üstlendiği, yönetmenliğini Neill Blomkamp' ın yaptığı bir çok filmde gördüğümüz uzaylı konusuna bamba$ka bir bakı$ açısı getirmi$ süper bir film.

Öncelikle $unu söylemek istiyorumki, bu film seneler sonra kült statüsüne ula$abilecek bir filmdir. Evet, herhangi bir eksiği hatası yok bana kalırsa. Çıkmadan önce uzun zaman beklemi$tim zaten. O kadar ses getirdi ki çıktığı günden beri izlememek çok büyük ayıptı zaten. Çıktığı ilk haftaki numarasını bilmiyorum fakat $u an itibariyle Imdb' de 65 numarada bulunuyor kendisi. Daha da yukarı çıkabilir aslında. Olmadı bu yerinde kalması da kafi. Herhangi bir hak etmemezlik yok yani film açısından.

Wikus Van De Merwe karakterini canlandıran Sharlto Copley, filmi alı götürmü$ resmen. Özellikle kedi maması yediği bir sahne vardı ki, bu adamın ilk filmi olduğuna inanmakta zorlandım desem yeridir. Onun dı$ında diğer oyuncular ki zaten yarısı uzaylılardan olu$makta pek bir atılım yapmamı$lar. Fakat gerekmemi$te zaten. Bu $ekliyle oldukça iyi bir film olmu$.

Konusuna gelicek olursak, uzaylılar nedeni bilinmeyen bir $ekilde gemilerini Güney Afrika' nın en büyük $ehri olan Johannesburg' un üstünde durdururlar yada zorunlu bir bekleme yaparlar. İçindeki uzaylıların ya$amalarına izin veren hükümet ve dünya, onları etrafı tellerle kaplı bir bölgede ya$amaya zorlarlar. District 9 ismi zaten bu bölgenin ismi. 28 yıl sonra, a$ırı hızlı bir geli$meden dolayı kendilerini ba$ka bir bölgeye tahliye etmek isteyen bazı görevliler tarafından rahatsız edilmeye ba$larlar ki bu sırada bölge çoktan bir arka mahalle havasına bürünmü$, düzenden ve normal bir ya$am bölgesinden çoktan uzakla$mı$tır. Görevliler tahliye kağıtlarını imzalatmaları sırasında, hazır kendilerine neden bulmu$ken bir yandanda arama yapmarlar ve yanlı$lıkla, bir insanı uzaylıya çeviricek bir sıvı görevlilerin yöneticisine bula$ır. Bundan sonra i$in rengi deği$ir ve olaylar geli$ir..

Bu filmde özellikle uzun zamandır görsel efektlerin bu kadar gerçekçi kullanılmasına hayran kaldım ben. Çünkü film dünyası öyle bir yere geldiki, artık bilgisayar destekli grafikler hemen her filmde ba$rol oynamakta ve bu kadar kullanılmasına rağmen oldukça soyut durmaktalardı. Bu filmde bu durum resmen ortadan kalkmı$. Sanki hiç bir efekt kullanılmamı$ gibi bütün uzaylılar ve onlara ait her$ey. Bunun yanında, diğer filmlerde olduğu gibi onlar insan ırkını esir almıyorlar bu defa. Yada üstünlüklerini göstermiyorlar. Biz onlara hükmetmeye çalı$ıyoruz. Ve tabiki aralarından bazılarını laboratuvarlara kapatıp üzerinde deneyler yapıyoruz etik olmayan bir $ekilde. Filmin içinde kullanılan her$ey oldukça orantılı olmu$ bana kalırsa. Verdiği mesajlar gayet yerinde. Hiçbir kasılma olayına girmemi$. Ne mesaj vericem diye kasmı$, ne kendimi popüler kültürün içine sokayım diye. Tam olarak istediğini göstermi$, tam kıvamında enfes bir film sunulmu$. Umarım devamı gibi gibi bir saçmalıkla çok güzel filmleri harcadıkları gibi bunuda harcamazlar. Eğer yapmak isterlerse Christopher' ın dönmesi ve ordaki arkada$larını kurtarması, sava$ açması olası kullanılabilecek bir malzeme gibi duruyor.

Görsel efektlerden ba$ka, yapımcılara te$ekkür etmek istediğim bir konu daha var. Saçma sapan kli$eler kullamayarak ne iyi etmi$siniz yahu. Ulan her filmde toplayıp çıkartınca aynı $eyler. Biz bıktık adamlar göre göre çekmekten bıkmadılar..

"You' re not welcome here."

Points:10/10

Posted at time: 20:50 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

Serpico (1973)


Sidney Lumet' in yönettiği, her zaman bir polis olmak isteyen Frank Serpico' nun, rü$vet ve yolsuzluklara kar$ı, diğer polislere gösterdiği mücadeleyi anlatan film. Ya$ananların gerçek olması, aslında $imdiki zamanla geçmi$in pek farklı olmadığını dü$ündürüyor.

Filmin genel olarak i$leyi$inde bazı eksiklikler var. İlk gözüme çarpanı, Serpico' nun önce bıyık ondan sonra keçi sakal ve sonra kirli sakal bırakması. Ve bunların bir anda olması. Ba$roldeki oyuncudan biraz mesafeli kalmamıza yol açıyor sanki. Kesit kesit, belgesel tadında izler gibi bir durum olu$uyor. Filmin ilk sahnelerinde, bir insan yüzünden vurulmu$ ve acil tedavi ihtiyacı varken, neden çorapları çıkartılır ve neden iki çorapta özellikle gösterilir onu anlamadım ben. Adam yüzünden vurulmu$ yahu bırak kalsın çorapları 15 dakka sonra çıkar karde$im. Serpico' nun ilk kız arkada$ının(Leslie) küvetteki evlenme muhabbetinden sonra neden kızı yok ettiniz bir anda yahu? Ne güzel kızdı o. Üstelik yerine gelen, Serpico' nun bahçeden tavladığı kız (Laurie) bazı sahnelerde çok saçma tepkiler verdi resmen. Madem ilk kızın rol ömrü kısa olucaktı, ikinci kızı ilk kızın yerine koysaydınız, sarı$ın olan daha uzun süre kalsaydı.

Bu gibi hatalara rağmen Al Pacino' nun oldukça sağlam oyunculuğu diğerlerini kapatıyor. Zaten kendisinden ba$ka filmle ilgilenen pek olmamı$ gibi. Hiç kimse pek ilgilenmeden oynamı$ zira, pek bir alakasız duruyorlar bazı yerlerde. Ve film sanki biraz daha kısa olabilirmi$ gibi geldi bana. Bazı gereksiz sahneler var çünkü. Fakat genel olarak güzel i$lenmi$ insanı sıkmadan zamanı geçirtebiliyor. Al Pacino' nun çok kısa olduğunuda farkettik bu filmde. Resmen gözümüze sokmaya çalı$tılar. Serpico dediğin, kendisi küçük mahareti büyük anlamında olabilir sanırım.

Points:8/10

Posted at time: 20:47 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under:

Humains (2009)


Jacques-Olivier Molon ve Pierre-Olivier Thevenin tarafından yönetilen, gerilim-aksiyon filmi. İlgnç bir $ekilde filmin ilk yarısı gerilim yolunda hızla ilerlerken ve hatta bazı sahnelerde tam bunu ba$armaya yakla$mı$ken, ikinci yarıda bir anda aksiyona dönüp beni dumur etmi$tir.

Çok büyük bir beklentim olmadan sinemasına gittiğim bu filmde, çıktıktan sonra ilk dü$ündüğüm $ey aslında paramın ziyan etmemi$ olmamdı. Tamam vasatın üstü bir film. Kendisi diğer filmlerden ayıran herhangi bir özelliği yok, bir çok kli$esi var ve tam olarak hangi tür bir film olacağına da karar vermemi$ fakat, dediğim gibi herhangi bir beklentim olmadan gittiğim için keyifle izledim ben. Fakat bazı sahnelerde resmen batırmı$lar yahu. O kadar soyut ve o kadar saçma tepkiler ve olaylar oluyorki ara sıra, sanki bir yönetmenin yaptığı i$ orta karar bir film ayarında giderken, diğeri bende dokunayım biraz yahu diyip bok etmi$ filmi. Parçalı bulutlu olmu$. Fakat hangisinin kötü olan olduğunu tam çözemedim.

Konuya gelince, biraz fantastik kaçmı$ bir açıdan. Sonuçta orta çağda ya$adığı farkedilen mağara adamlarının kafatasının bulmaya gidiyorlar fakat bir bakıyorlarki aman tanrım ne orta çağı bugüne kadar gelmi$lerde onları avlıyorlar filan. Dediğim gibi biraz fantastik olmu$ aslında. Filmin bazı yerlerinde öyle basite indirgenmi$ bir anlatım varki, insan bir yarım saat sonrasını çok rahat tahmin edebiliyor. Çünkü kaçıp bir araba gördükleri anda ben anlamı$tım o adamın mağara adamlarına yardım ettiğini. Çok basit bir$eydi çünkü. Sadece kızları kaçırıp erkekleri bıraktıkları sırada da, soylarının tükenmekte olduğu ya da farklı tatlar denemeye çalı$tığını dü$ündüm mağara adamlarının. Filmin sonlarına doğru öğrendiğimiz bir$ey daha varki, bu mağara adamlarıyla geçmi$ten gelen bir hukuku olan bir kaç insan, onlara soylarını devam ettirmede yardım ediyorlar. Ve filmin sonunda, bir mağara adamının hayatını kurtaran kız hayatta kalıyor. Bu açıdan aslında mağara adamı dediğimiz insanların, duygusal ve zihinsel yönden o kadarda geri kalmadıklarını i$aret etmi$ bize.

Points:5/10

Posted at time: 20:45 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

In Bruges (2008)

Martin McDonagh' ın hem yazıp hem yönettiği enfes film. Bu kadar enfes olmasına rağmen çok popüler olmaması ayrı bir güzellik katıyor bence kendisine.

Oyuncu kadrosuna gelicek olursak, Colin Farrell, Brendan Gleeson, Ralph Fiennes bulunmakta. Filmde pek göremediğimiz kadın oyuncuların arasından bir dünya harikası gibi fırlayan ki$i ise Clémence Poésy. Kendisi hakkında sayfalarca yazı yazabileceğimi farkettim film bittikten sonra. Zira, Hollywood' un piyasaya sürüp, sanki rü$vetle yaptırıyormu$casına herkesi a$ık ettiği ta$ bebeklere inat olarak inanılmaz bir masum güzelliği var hatunun. Colin Farrell' ın oldukça iyi bir oyunculuk çıkardığını görmek mümkün film boyunca. Kendisine e$lik eden Brendan Gleeson ise kendisinden hiç a$ağı kalmadan, gelen ortaların hepsini gole çevirmi$ kanımca. Jimmy karakterini oynayan Jordan Prentice ise apayrı takılıyor film boyunca. Zaten filmdeki genel olarak kara-mizah hali etkin. Sadece Jordan onlardan ayrı, direk olarak yardıran bir karaktere bürünmü$.

Filmin konusu ise gayet özgün bir çalı$ma bence. Ray, kiralık bir katildir. Bir rahibi öldürürken kaza sonucu bir çocuğuda öldürür ve bunalıma girer. Ray ve ortağı Ken' ın patronları Harry ise Ray' ın bu durumundan rahatsız olur ve Ken' den onu öldürmesini ister. Ray' e son bir iyilik olarak Bruges' a yollar bu ikiliyi. Aslında oraya gittiklerinden sonra Harry' nin isteği geliyor film zamanlamasına göre, neden böyle yazdığımı bende bilmiyorum.

Filmin genelinde pek göze çarpan hatalar olmamasıyla birlikte, ince ve güzel ayrıntılar mevcut. Bazı repliklerin oldukça vurucu olduğunu da söylemeden geçmemek lazım. Müzikler ise bir diğer dikkat çekici durum.

Son zamanlarda yapılmı$ sanırım en iyi filmlerden biri In Bruges. Gerek oyuncuları olsun, gerek konusu olsun.

Points:9/10

Posted at time: 20:43 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Noise (2007)


Henry Bean' ın yazıp yönettiği, büyük $ehirlerdeki seslerden ve en çok araba alarmlarından rahatsız olan David Owen isimli karakterin, bu sorunla ilgili mücadelesinin anlatıldığı film.

Aslında film konu olarak gayet güzel dü$ünülmü$. Her halinden belli. İlginç kamera açıları yok, kendisini çok öne atıcak, dikkat çekicek sahneleride yok aslında. Zaten Henry Bean' in normalde bir senarist olduğu dü$ünülürse bunların hepsi normal $eyler. Konuya ve i$leyi$e daha çok önem verilmi$ filmde.

David Owen' ın $ehirdeki seslerle mücadele etmesi, filmden sonra insana aslında ne kadar çok rahatsız edici sesin olduğunu ve bizim bunlara farketmeden ve dikkat etmeden alı$tığımızı farkettiriyor. Ki$isel olarak, evimin çok sesli bir yer olmamasından dolayı bu açıdan biraz daha rahatım fakat mesela gecenin bir yarısı geçen bir çöp kamyonunun hangi insanı rahatsız etmediğini merak ediyorum doğrusu. Ya da Owen' ın taktığı gibi araba alarmlarının. Bilmem kaç dakika durmadan çalan iğrenç sesler. Filmin ba$ında araba hırsızlık olaylarında görevli bir kaç insan konu$uyor. Bilmiyorum kendileri gerçek mi yoksa rol mü yapıyorlar, hakkında hiç bir $ey yazılmamı$ onların fakat alarmların hiç bir hırsızı yava$latmadığını, hatta bazen kolayla$tırdığını söylüyor bu insanlar. Dü$ününce haksızda olmadığı kanısına varıyorum. Sonuçta artık araba alarmları o kadar normal bir ses oldu ki herkes için, kimse dikkat etmiyor aslında alarm çaldığı zaman. Gecenin ortasında, sessizlik hakimken çalan bir alarm beni cama çıkartıyor arabam olmamasına rağmen aslında, fakat gün ortasında bir çok insan etraftayken çalan bir alarm hemen her sesi bastırmasına rağmen kimsenin dikkatini çekmiyor.

Filmin kendisi gayet akıcı olmu$. Yani Henry Bean güzel bir i$ çıkarmı$. Herhangi gereksiz, filmin akı$ını yava$latan bir sahneye rastlamadım. Fakat Margarita Levieva isimli melek gibi kızın canlandırdığı Ekaterina Filippovna karakterinin nasıl olurda eldiven kullanan bir insanın yapı$tırdığı çıkartmadan parmak izi alıp Owen' ı bulduğunu anlamı$ değilim $ahsen. Ayrıca bu adam bu kadar alarmlarla uğra$ırken nasıl bir geliri olmaz? Sonuçta sosyal aktivitelerine para harcamasa bile yeme içme ihtiyacını gidermek zorunda sanırım? Para konusuna hiç değinilmemi$ film boyunca ki, bu da ilginç bir durum bence. Eğer bununla ilgili bir veya iki sahne olsaydı, alarm kahramanı biraz daha oturaklı olabilirdi. Zaten kendisinin üstünde de çok durulmamı$, zira adamın kendisi kahraman olmak değil sadece sesleri susturmak amacıyla ba$lıyor bütün bu olaylara.

Points:8/10

Posted at time: 19:50 on 18 Eylül 2009 Cuma by : Razorback | 0 yorum   | Filed under:

My Blueberry Nights (2007)


Kar Wai Wong' un hem yazıp hem yönettiği romantik komedi filmi. Türü bu olmasına rağmen komedi öğesi olarak neredeyse hiç bir$ey yok filmde.

Jude Law ve Natalie Portman filmin ağır ta$ları. Natali Portman ise benim için önemliydi filmi izlerken. Biraz daha erken girip biraz daha kalabilirdi aslında film içinde. Geri planda kalmayı tercih etmi$ nedense. Norah Jones ise gitsin sadece $arkı söylesin yahu. En azından bu kadar sırıtmıyor $arkılarında. Ba$rol oyuncusu böyle oynarsa filmin geneline iyi demek biraz zor oluyor.

Fakat bunun yanında o kadar güzel kamera açıları ve güzel bir senaryo varki.. Sanki birinden alıp birine eklemi$ yönetmen. Arkaplan renklerinin film boyunca sıcak tonlardan olu$ması filmin tatlı bir hal almasına neden olmu$ bence. Hemen her karesi resim gibi zaten filmin.

Konusunu açıklamak gerekirse, sevgilisinden ayrılan genç ablamız kendine biraz zaman tanımak, ruhunu dinlendirmek için bir yolculuğa çıkar. Bundan sonra ise bir kaç hikaye iç içe i$lenir filmde. Fakat Jeremy karakterini canlandıran Jude Law' la olan diyaloglar diğerlerinden çok daha samimi geldi bana. Natalie Portman' ı zaten herhangi bir değerlendirmeye sokmuyorm $ahsi olarak hehe.

Fazla bir beklenti olmadan, keyifle izlenebilecek bir film kısaca My Blueberry Nights.

Points:6/10

Posted at time: 19:48 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

The Sixth Sense (1999)


M. Night Shyamalan' ın süper filmi. Hem yazıp hem yönetmi$, aslan gibi i$ çıkarmı$ resmen.

Korku filmlerinin hemen hep birbirinin aynı olması derdine kapılan insanlara ilaç gibi gelecek filmdir bu. Bunu bir söyleyelim ba$ta. $unuda söylemeliyimki filmde herhangi bir kurgu hatası yok. Bruce Willis' ın çok iyi bir performans ortaya koymadığı doğru. Fakat kesinlikle kötü değil. Orta sınıf gibi olmu$ o kadar. Haley Joel Osment, Cole karakteriyle harikalar yaratmı$ zaten. Belkide bunun gölgesinde kalmı$ olabilir. Zira el kadar çocuk ya$ına ba$ına bakmadan bu kadar iyi rol yapabiliyormu$ bunu öğrenmi$ olduk bu filmde. Özellikle okulda çizdiği resmi anlatıp, "tornavidayla ölen bir adam çizdim, annemi çağırdılar. $imdi ise gökku$ağı çiziyorum" repliği cidden $ahane. Toni Collette ise Cole' un annesi rolunde fena değil fakat bir kaç sahnede resmen batmı$ yahu. Ve, ve, ve Mischa Barton' un bundan bir 10 yıl kadar önce aslında $imdiki kadar güzel olmadığını öğrendik. Zaten kuru kara bir$ey olarak kaldı kızcağız. Çok üzmü$ler sanırım onu. Neyse hemen filme dönüyorum.

Filmin aralarda ölülerin girdiği sahnelerde bir gerilme ya$anıyor evet. Fakat bu gerilmeler o kadar güzel serpi$tirilmi$ki filme, insan hayran kalıyor resmen. Ölülerin arasında, Cole' u odasına çağıran, babamın silahını gösteriyim sana diyen çocuk arkasını döndüğü anda saniyelik bir dumur ya$attı mesela bana. Bruce Willis' ın filmin ba$ında öldüğünü anlamak için aslında o kadar zeki olmaya gerek yok. Zira bir çok i$aret var aslında, sadece böyle bir olayın olma ihtimali çok dü$ük gibi durduğu için insanları ters kö$eye yatırdığını dü$ünüyorum. Bruce Willis ölürmü lan hiç? diye bir sorunun cevabı belli sonuçta. Fakat öyle olduğunu bilip izlediğinde bile herhangi bir kurgu hatası bulamıyor insan. O kadar özenle yapılmı$ ve anlatımı o kadar güzelki filmin, insan sıkılmıyor hiç. Kitap okurken ba$ından kalkamamak gibi sanırım.

Points:9/10

Posted at time: 19:46 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Star Wars: Episode VI - Return of the Jedi (1983)


Richard Marquand' ın yönettiği fakat George Lucas' ın yazdığı filmdir. The Saga' nın son filmi olma özelliğini ta$ıyan bu yapımın sonunda her$ey açıklığa kavu$ur, tüm sorunlar, dertler, tasalar son bulur, herkes refah seviyesine yükselir ve artık insanları üzücek $eyler ortadan kalktığı için herkes bayram yapar.


Bu son cümleden tekrar almak istiyorum. Bayram yaptılar yahu resmen. Çok saçma bir biti$ti. Tamam sonunu güzel bağlayacaktınız kabul. Bende öyle istedim fakat o bayram ne yahu. Madem Emperor' dan bu kadar $ikayetçiydiniz, neden Rebel' lar 3-5 ki$i takılıyorlardı, neden yardım etmediniz? Jabba' nın Leia tarafından zincirle boğularak öldürülmesi dı$ında herhangi bir hatası bulunmayan filmdir bence. Yahu onu nasılda boğdun öldürdün sen güzelim?

Ayrıca bu film, Darth Vader' ın ne kadar delikanlı bir insan olduğunun kanıtıdır bence. Adam kıyamadı yine oğluna atıverdi Emperor' u çöpe. Demekki içinde bir iyilik vardı o kadar zaman. Belkide Jedi' lerin kendisini eğitmesinde sorun vardı. Gençti bir zamanlar, daha çok toydu, gönlü kaydı Dark Side' ın janjanlı güçlerine.

Bir kaç ayrıntı.. Leia' nın Jabba' nın kölesiyken giydiği giysi onu oynayan Carrie Fisher' ın fikriymi$. Çok kapalı giysiler giydiğim için erkekten farkım kalmadı demi$. Zaten onu giydiği sahnelerde iç çama$ırı giymediğini gördüğümüz için, o giysilerin kendisini ne kadar sıktığını anlayabiliriz sanırım. Darth Vader' ın yakılma sahnesini bizzat George Lucas yönetmi$.

The Saga' nın sonuna geldiğimize göre bir kaç cümleyle bitiricem. Mark Hamill, sen ne onursuz adamsın yahu. Ulan ilk filmi çektin, batırdın, ikincisinde batırdın, üçüncüde de batırdın yahu. İnsan biraz geli$tirir kendini. Geli$tiremiyorsa da yardım ister yahu. Tamam belki kapasiten yok fakat bu kadar kazma olmak eksta yetenek isteyen bir durum bence. Ba$rolünde oynadığın üç film dünyanın önde gelen filmlerinden olsun, ama sen öküzün teki olarak kal. Böyle i$ olurmu yahu. Daha öncede gördüm bir çok kötü oyuncu. Fakat adam ısrarla kendini geli$tirmiyor ilk filmden son filme kadar. Nedir bu kendini beğenmi$lik anlamı$ değilimki. Harrison Ford' a baksaydın iki dakika belki bir$eyler kapardın yavrucum.

Points:9/10

Posted at time: 20:20 on 17 Eylül 2009 Perşembe by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

Star Wars: Episode V - The Empire Strikes Back (1980)


Alı$ılmı$ın dı$ında bu defa Irvin Kershner tarafından yönetilmi$, bir çok insanın yorumu olan "serinin en iyi filmi" dü$üncesine kesinlikle katıldığım filmdir bu. Senaryonun yine Lucas tarafından yazılmı$ fakat ba$ka biri tarafından yönetilmi$ olması sanırım daha iyi olmu$. Ve hemen $unu söylemek istiyorum, bu film hayatımda gördüğüm iyi kurgulardan birine sahip. Filmin gidi$atında ve anlatı$ında unique bir yapım var resmen..

Hemen filme geçiyorum. Luke, direni$çilerle birlikte kaçmaya ba$lar filmin ba$ında. Emperor, tüm gücüyle onları aramakta, yok etmeye çalı$maktadır. Yoda' nın yanına giden Luke, Jedi olma yolunda ilk adımlarını atar. Fakat eğitimini yarıda bırakıp zor durumda olduğunu hissettiği arkada$larının yanına gider. Olaylar geli$ir..

Bu filmde bir çok $ey açığa kavu$turulmu$ aslında. Darth Vader' ın Luke' un babası olduğu mesela. Sanırım en vurucu olan buydu. Filmin yönetmenliği o kadar güzel yapılmı$ki, insan neresinden baksa ho$una gidiyor. Öncelikle filmin süresine konu çok iyi sığdırılmı$. Film boyunca hiç bir duraklama olmuyor, insan sıkılmıyor. Solo' yla Leia' nın a$kı olsun, Luke' un Jedi olmaya adım atması olsun, esprileri olsun, konusu olsun. Bir sonraki bölüme bir çok açık kapı bırakması çok güzel olmu$ bence. Üstelik filmin sonuda gayet iyi. Hazır buna değinmi$ken $unuda belirtmek isterim, Luke' u oynayan oyuncu Mark Hamill, Darth Vader' ın "I' m your father" demesiyle birlikte öğrenmi$ bulunmakta bu durumu. Hatta filmin montajı sırasında ses efektlerini özel olarak eklemi$ler oraya. Zira, film sırasında bir anda böyle bir cümleyle kar$ıla$ınca Mark Hamill hiç bir $ey diyememi$ öyle kalmı$ garibim.

Oyunculara gelicek olursak, Mark Hamill her zamanki gibi yine kendini beğendiremedi bana. Harrison Ford ise gayet iyiydi buna rağmen. Hatta ilk filmdeki karizma seviyesini biraz yükseltmi$. Carrie Fisher ise ilk filmdeki gibi normaldi. Kendisiyle ilgili herhangi bir deği$im farketmedim. Sadece burda biraz daha öne çıktı, a$k falan ya$amaya ba$ladılar Solo' yla.

Filmin, benim gözüme takılan hatalarından bahsedicek olursam eğer, ilk sahnelerdeki kaçı$ sahnesindeki ufak sava$ uçaklarında neden insanlar Kappa amblemi gibi sırt sırta oturuyorlar anlamı$ değilim. Sanki birbirlerine küsmü$ler gibi duruyor. Emperor bir sahnede Darth Vader' la, Luke hakkında konu$urken, Anakin' ın oğlu o diyor, Darth Vader' da, nasıl olur imkansız böyle bir durum gibi bir $ey söylüyor. Fakat sanki kendisinden ba$ka birisinden bahseder gibi. Garip bir konu$ma oluyor orda kısaca. Yoda' nın mekanında, Luke kendisine eğitim verilmesi için konu$urken Obi-Wan giriyor araya ve gayet sert konu$uyor Yoda' ya. Daha önceki filmlerde gördüğümüzde süt dökmü$ kedi gibiydi Yoda denilince dururdu. $imdi bir $ımarıklık gelmi$ üstüne sanki. Ama yine söylüyorum yeri gelmi$ken, kendisi adam gibi adam yahu. Birde tam o sahnede, Yoda sadece bir defa bıyık altından eğitim için çok ya$lı diyor. Anakin 9 ya$ındayken bas bas bağır bu çocuk ya$lı diye, fakat olay Luke' a gelince bir defa öylesine ya$lı çok de geç. Böyle adalet mi olur Yoda dayı? Bunun yanında, Luke' un Leia tarafından öpülmesi gözlerden kaçmadı. Tamam biliyoruz Solo abimizi kıskandırmaya çalı$ıyosun fakat neden gittinde karde$ini öptün yahu? Solo' yla Leida, ilk sahnelerdeki saldırıdan kurtulunca, Darth Vader' ın Luke buraya gelicek diyene kadar çocuğu hiç hatırlamamaları ilginç bir durumdu. Tamam, bulu$ma noktasına gidicekti Luke, o yüzden merak etmediler belki, ama hiç konusu bile geçmedi, pes cidden.

Görsel efekt yapımcısına iki çift lafım var bu film için. Bilmem kaç yılında, insanlar film çekicek kamera bulamazken sen bu kadar iyi görsel efekt yapmayı nerden öğrendin kuzum? Hala izlerken tazeliğini koruyor kanımca. Fakat bir alkı$ta, Makeup Departmant' taki görevlilere. Yuh diyorum size ba$ka bir $ey demiyorum

Böyle hatalar olsun canımı yesin dediğim filmdir kısaca. Böyle ufak $eyler o kadar sorun değil aslında. Sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmı$, süper ötesi bir film sonuçta. Bu saydıklarım yüzünden ele$tiricek değilim. Hastasıyız ailecek..

Points:10/10

Posted at time: 08:23 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

Star Wars Episode IV: A New Hope (1977)


George Lucas' ın sinema dünyasını deği$tirdiği Star Wars serüveninin ilk filmi. Kendi zamanına göre oldukça süper görsel efektleri olan, fakat lightsaber düellolarının sadece bir adet olduğu film. Sanırım filmin tek eksiği budur.

Luke Skywalker karakterini canlandıran Mark Hamill bu filmde tam bir ezik gibi gözüktü benim gözüme. Bir insan, ba$rol oynadığı bir filmde ancak bu kadar karizma yoksunu olabilir sanırım. Tamam kendisi ne bir Jedi ne de güçlerinin farkında. Ne karde$ini tanıyor, ne babasını olaya tamamen yabancı. Fakat Anakin böylemiydi yahu? $aklaban resmen. Harrison Ford ise gayet iyi oynamı$ kanımca. Leia karakterindeki Carrie Fisher ise zaten biraz arka planda kaldığı için pek sırıtmamı$. Gelelim Ben Obi-Wan Kenobi' ye. Yıllar yılı en delikanlı karakteri oynayan Jedi Kenobi, bu filmde tam bir $arapçı gibi geldi benim gözüme. Evan McGregor' dan sonra ya$lanmı$ hali böyle olmamalıydı bence. Madem bunu önce çektiniz, sonraki filmlerde Evan McGregor olmamalıydı o zaman. Bir dengesizlik var çünkü aralarında. Üstelik çok saçma bir ölüm sahnesi var kendisinin. Lightsaber' la kesildikten sonra resmen yok oluyor adam. Pelerini kalıyor sadece yerde.

Bunun dı$ında Luke ile Leia biraz benzer oyunculardan seçilebilirdi bence. İkiz karde$ler olarak herhangi bir alakaları yok nerdeyse surat $ekli olarak. Ayrıca karde$ine a$ık olan Luke' un bir anca canavar kesilmesi gözlerden kaçmadı. O tarlada çalı$an masum çocuk bir anda trooper avlayan makineye dönü$tü yahu. Pilotluğunu konu$turdu filan.

Hadi bunlarıda geçtim. Filmin kendisi o kadar güzelki aslında bunlar dikkat çekmiyor pek. Senaryo olsun, konu olsun kendiyle yarı$ıcak derecede zaten. Özellikle filmin kendisi oldukça akıcı olmu$. İnsan bunu izlerken saatlerin geçtini farkedemeyebiliyor. Bir insan, özellikle ilk defa izliyorsa bu filmi, bir filmin nasıl yapılacağını, nasıl olması gerektiğini, yapıldıktan bilmem kaç yıl sonra bile, görsel efektler kendisinin omurgasını olu$turduğu halde, gerçekçiliğini koruyacağını, özellikle akıcılığın ne kadar güzel yapılacağını ders olarak izleyip bu filmden öğrenebilir.

"May the force be with you.."

Points:10/10

Posted at time: 19:32 on 15 Eylül 2009 Salı by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

Star Wars: Episode III - Revenge of the Sith (2005)


Star Wars' un efsanevi Trilogy' sinden önceki son filmi. Her zamanki gibi George Lucas tarafından yazılıp yönetilmi$.


Efenim bu filmde, sava$tan yeni çıkmı$ gezegen ne olacağı belli olmadan öyle takılmaktadır. Padme' yle evliliğini gizli gizli yürüten Anakin, rüyalarında onun öldüğünü görünce kurtarmak için yollar aramaya ba$lar. Palpatine ise tam bu sırada devreye girerek Anakin' in aklını çeler ve onu Dark Side' a çeker. Üstelik bu filmde çok güzel Lightsaber dövü$leri vardır. Özellikle Palpatine - Yoda ve Anakin - Obi-Wan arasında.

Filmdeki garipsediğim tek nokta, Mace Windu' nun öldüğü sahneydi. Yahu, adam Palpatin' i öldürmeden önce Anakin "Jedi' lere uymaz, öldürmemelisin" filan diyordu. Adam öldüğü gibi Palpatine' e hemen yağ çekmeye ba$ladı. Yok master, yok hizmetinizdeyim falan. Yahu bir iki dakika bekle bir yeğenim. Bir soluklan be. Ayrıca Palpatine' den emir alan ordudaki adam, hani $u Obi-Wan' u vurmaya çalı$an adam, bir önceki bölümde Windu bu adamın kafasını kesmemi$miydi yahu. Üstelik çocuğuda üzülmü$tü filan?

C3po' ya format atılması güzel olmu$ özellikle. Bunun gibi bir çok ayrıntı film var efsane üçlemeye bağlanması açısından. Darth Vader' ın tam olarak hazır olduğunuda gördük, kostümüyle filan. Luke Skywalker' ın doğumunada $ahit olduk ikiz karde$iyle birlikte. Kızdan bir iki saniye önce doğdu velet.

$unuda söylemeden gitmek istemiyorum. Anakin' ın Dark Side' a geçmesi konusunda aslında çocuğa hak vermiyor değilim. Tamam aslında içinde var fakat hep dı$ladılar içten içe çocuğu ilk filmden beri. Yahu seçilmi$ ki$i diyorsunuz biraz ayrı bir muamele ne biliyim biraz fark ettirin onada. Fakat delikanlı olsaydı oturur kalırdı yerinde!

Ps:Canım Natalie' m. Yine her zamanki gibi melek yahu..

Points:8/10

Posted at time: 08:27 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

Star Wars: Episode II - Attack of the Clones (2002)


George Lucas abimizin hayal gücünden çıkmı$ bir film. Kendi yazıp kendi yönetmi$. Diğer filmlerdeki gibi.


Anakin Skywalker' ı biraz daha ön plana çıkaran bir film olmu$ bu. Bir önceki filmden tahmin edilebilecek bir durum olduğu için $a$ırmadım ben $ahsen. Bunun yanında biraz asile$iyor. Annem diyor mesela kimseye haber vermeden annesini görmeye gidiyor ilk görevinde olduğu halde. Obi-Wan Kenobi' yi kurtaracağım diyor atlıyor gidiyor. Natalie Portman bir önceki filmden daha iyi oynamı$ ayrıca. A$ık olması filan gayet dozunda ayarlanmı$ fakat Hayden Christensen bildiğin uçkur dü$künü bir genç olmu$ yahu bu filmde. Bakı$ları olsun cümleleri olsun sürekli bir Amidala hayranlığı filan. Tamam hayran olunmayacak gibi değil hak veriyorum çocuğa ama nedir yahu bu. Koskaca güce denge getiricek adamsın diyorlar senin için. Sen hala hayatımın a$kı modunda dola$ıyorsun. Kızda zaten sana yanık neden bu kadar uğra$ıyosunki arkada$ım? Ewan McGregor da daha iyi bu filmde. Çıraklıktan çıkıp usta olduğu her cümlesinden her halinden belli zaten. Anakin sürekli kendisine kar$ı çıkıyor fakat kontrolu elden bırakmıyor adam. Bunun yanında Samuel Jackson' un biraz daha öne çıkması fena olmamı$. Bir anda kötülerin arkasında bitiyor falan. Bir önceki filmden sonra kendisine biraz gaz verilmi$ anla$ılan. Hehe.

Sonuç olarak bu film bir önceki film olan The Phantom Menace' dan daha iyi olmu$ bence. Görsel efektler bile geli$tirilmi$, kötü olmamasına hatta bayağı iyi olmasına rağmen. Doyumsuz bir görsel efekt yönetimi var sanırım film ekibinde.

Son olarak bir $eyi daha belirtmek istiyorum. Anakin' in üstüne bu kadar dü$ülüyor. Denge getiricek, seçilmi$ ki$i filan. İyi ho$ ama adamın kolu koptu yahu. Resmen kolunu kestiler film sonunda. Fakat geçi$tirildi resmen. İlk filmde de, çocuk haliyle kocaman gemiyi patlatmı$tı fakat kimse tebril etmemi$ti. Burda da adamı umursamadılar bile. İsyan etse haklı çocuk yahu.

Points:7/10

Posted at time: 06:39 on 14 Eylül 2009 Pazartesi by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

Star Wars: Episode I - The Phantom Menace (1999)


George Lucas tarafından yönetilmi$ Star Wars filmi. Çok saçma bir giri$ oldu ayrıca.

Telafi etmek için direk filme giriyorum. Filmde oynayan insan sayısı sınırlı zaten. O yüzden oyunculuklar üzerine uzun bir konu$ma yapamam istesem bile. Fakat Liam Neeson çok cool bu filmde. O bilmi$ tavırları olsun, dövü$ sahneleri olsun. Sadece bir yerde gözüme takıldı. Kemerinden bir $ey alıcakken pelerini kaldıramıyor bir anda. Anakin' le annesinin evindeyken. Sanırım ilk gittiklerinde. Fakat nedense tekrar çekmemi$ler o sahneyi. Evan McGregor ve her gördüğümde filmden kopup kendisine baktığım Natalie Portman da fena değiller. Natalie' nin en iyi performansı değil kesinlikle fakat kraliçe ve hizmetli arasındaki geçi$leri iyi yapmı$ bence. Evan McGregor ise gelecek vaad ediyor oyunculuğu açısından bu filmde. Zaten bir sonraki filmde daha fazla önplana çıkacağı için bunu bir ısınma turu gibi gördüm onun açısından.

Film olarak bakarsak eğer bazı kli$eler yok değil aslında. Mesela yarı$ı en ba$ından beri kazanacağını herkes tahmin etmi$tir bence. O kadar fazla uzatmaya gerek yoktu gibime geldi benim. Çünkü, aslında o kadarda önemli bir ayrıntı değildi. Gemilerini kazanmaya yardım etti, kar$ılıksız bir iyilik yaparak onları kurtardı. Asıl üzerine dü$ülmesi gereken noktalar bunlardı bence. Anakin' in karakteriydi yani. Neyse, onu görmek içinde önümüzde bir çok film var zaten. Anakin Skywalker' ı oynayan Jake Lloyd ise gayet afacan, her an her fırlamalığı yapabilecek gibi duruyor. Adı üstünde çocuk zaten daha. O akıllı lafları söylerkenki hali filan gayet güzel kotarılmı$ bence. O çocuğun üstünde daha fazla gidilebilir oyunculuk açısından.

Çoğu insanın görü$üne göre, George Lucas abimizin bu filmi daha çok küçük ya$ta olan, popüler nesile göre yaptığı gibi bir durum var. Biraz doğru gibi aslında. Fakat bunlara rağmen Star Wars bahsettiğimiz film. Ne kadar kötü olabilirki?

Points:6/10

Posted at time: 18:49 on 13 Eylül 2009 Pazar by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , , ,

The Last House on the Left (1972)


Wes Craven' ın yazıp yönettiği korku-gerilim filmi. Imdb' ye göre ilk yönetmenlik deneyimi.


Film konusu oldukça güzel aslında. Geçtiğimiz günlerde remake' ini izlemi$ birisi olarak söyleyebilirimki, orjinalinden güzel olmu$ yahu remake' i. Eski filmdir dedim, korku-gerilim dedim. Fakat film bitince hiç bir$ey diyemedim. O kadar saçma sahneler varki filmin bazı yerlerinde. İnsanı resmen soğutuyor filmden. 70 defa bilgisayar ba$ından kalkıp dola$tım sıkıntıdan. Mesela ilk aklıma geleni söyleyeyim. Ormanda kaçan kızı kovalayan ikili, bir ara durup oturuyolar. Sonra tekrar ko$maya ba$lıyorlar. Sanki kamera onları gösterirken dinlenmi$lerde sonra tekrar aksiyona geçerler gibi. Hiç bir mantıklı açıklamasınıda bulamadım üstelik. Oyuncular ara sıra saçma sapan hareketler yapıyorlar filan.

Bunların dı$ında, remake' i ile kar$ıla$tırıcak olursak, normal olarak pek bir senaryo deği$ikliği yok. Bazı ayrıntılar deği$tirilmi$. Ve evet remake' i kendisinden daha uzun. Onda ayrıntılara daha çok önem verilmi$ sanırım. Fakat bu filmi alıp o saçma sahneleri çıkartırsak gayet iyi olabilirdi. Ayrıca oyuncuların çoğu çok kötü yahu. Krug filan berbat hele.

Points:4/10

Posted at time: 19:20 on 12 Eylül 2009 Cumartesi by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

The Prestige (2006)


Christopher Nolan dayının filmi. Imdb' de Top 250 movies sıralamasında 83 basamakta yer almakta $u an.


Film, aldığı her övgüyü hak ediyor bence. Mükemmel ayrıntılarla, süper bir anlatımla i$lenmi$. Tam bir sanat harikası aslında. Oyuncularla ilgili herhangi bir yorum yapmıyorum zaten. İlk 3' lü, her zamanki gibi oldukça iyiler. Scarlett Johansson ise büyük memeli seksi hatun imajıyla biraz arkada kalmı$ fakat sırıtması yok.

The Prestige o kadar iyi olmu$ ve aslında o kadar karma$ıkki, filmi izleyen herkes herhangi bir yorumda bulunabiliyor. Çok fazla soru i$areti bırakıyor aslında arkasında. Bir defa izleyerek çok fazla bir $eyin anla$ılamayacağı a$ikar bir durum. Fakat benim dü$üncem, aslında iki ki$ininde kötü olmadığı ve hırslarına yenilerek atı$maya devam etmeleri. Sonuçta, Angier, 100 defayla sınırladığı gösterisinde her gece boğularak ölüyor ve duygularınıda ta$ıyan kopyasına bırakıyordu yerini. Borden ise ba$ından beri ikiziyle danı$ıklı dövü$tüğü için daha rahattı. Zaten, Tesla' nın makinesinin çalı$madığını dü$ündüğü için Angier' i ona yönlendiriyor ve onun gösterileri nasıl yaptığını anlamamı$tı. Tesla' nın ise filmde olması benim için ayrı bir güzellikti. Kendisi belkide değeri hiç bilinememi$ bir insan üstüydü. Filme geri dönücek olursak, Angier her gösterisinde karısı gibi boğularak ölüyor ve ona olan a$kını anlatıyordu aslında. Fakat kendini kontrol edemeyip gösterisine giden Borden, Angier' i öldürmek suçundan hapse atılıp asılıyor. İkizleri en son birlikte gösterdiği sahnede, sen haklıydın gösterisine gitmemem lazımdı diyordu karde$ine. Filmle ilgili benim dü$ündüklerim bunlar. En azından bence bu $ekilde. Fakat bu paragrafta ortaya karı$ık olarak bahsettiğim ayrıntıların dı$ında o kadar fazla $ey gizli ki, tek bir saniyesi bile kaçırılmamalı filmin. Çok fazla anlatmakta istemiyorum aslında. İzleyip kendiniz dü$ünün yahu bazılarınıda.

"Are you watching closely?"

Points:9/10

Posted at time: 07:34 on by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: , ,

The Last House on the Left (2009)


1972 yılında Wes Craven tarafından yapılmı$ bir korku-gerilim filmin remake' i olan bu filmi Dennis Iliadis yönetmi$. İlk filmi en yakın zamanda izleyeceğim fakat imdb' nin verdiği puanlara güvenip önce bunu izlemek istedim. Zira son yıllarda çıkan aynı türden filmlere göre iyi bir not almı$ ve hatta orjinal filmindende.


Uzatmadan filme geçmek istiyorum. Filmde daha önce izlediğim filmlerden tanıdık gelen sadece Justin ve Francis karakterlerini oynayan insanlardı. Diğerlerine önyargıyla yakla$madığımdan sanırım, gözüme batmadılar. Pek sırıtmadılar.

Filmin konusuna gelicek olursak eğer, ufak bir yerde takılan bir çete, liderinin oğlunun otel odasına getirdiği iki kızı kendilerini gördükleri için bırakmaz. Halbuki gazetelere bile çıkmı$lardı. Kasabaya uzak bir yerde bıraksaydı kızlar eğer, onlar insan içine varana kadar istedikleri kadar uzağa gidebilirlerdi. Neyse, bu kızları öldüren kötü adamlar ve bir de kadın, kızlardan birinin ailesinin evine yardım istemeye giderler. Daha sonra kızın ölmediği ortaya çıkar ve geri gelir. Aile, çeteye saldırmaya ba$lar. Fakat $öyle bir durum varki, kız iki omzu arasından sırt tarafından vurulmu$tu sudayken, fakat eve geldiğinde anladık ki, meğerse omzundan vurulmu$. Ya mucize ya da saçmalamı$lar bariz hehe. Bunun yanında, kız ilk suya daldığında ne güzel derine dalmı$tı. Bir daha yapsaydı aynısını çıkıp nefes aldıktan sonra, vurulmayacaktı.

Velhasıl, kötü adamlardan biri kadının kendisinden ho$landığını dü$ünüp gece onlara geldiğinde, kadın adamın dikkatini dağıtmak için onu etkilemeye çalı$tı. Tamam kabul. Fakat kolunda bir litre kan var yahu. Nasıl farketmedi adam onu anla$ılır $ey değil. Hata falanda değil, bir kaç sahnede gözüktü çünkü kolu. Ayrıca o adamı neden bir saatte öldüremediler orası bir ayrı komik olmu$. Madem bu $ekilde i$kence ediceksiniz, bağlayın bir yere ne biliyim ba$ka bir $ey yapın. Adamı ordan oraya atıp bi bıçaklayıp, bir yemek öğütücüsüne sokmak komik olmu$ biraz. Bunun yanında, bir insan elinde silah varken, ayrıca yanında karısıda varken, neden uyuyan iki ki$iyi vuramaz? Boynundan vurulan kadın, nasıl olurda nerdeyse adamdan iyi dövü$ür, ve hiç bir $ey olmamı$ gibi davranır? Bu soruların yanıtlarını çok merak ettim.

Uzunca yazdım aslında fakat filmi izlerken çok göze batan ayrıntılar değiller aslında. Hatta bunları okumadan izlerseniz farketmeyebilirsiniz bile. Çünkü filmin kendisi iyi. Genel olarak bakıldığında son senelerde çıkan bir çok gerilim filmini katlar bence.

Points:8/10

Posted at time: 17:53 on 11 Eylül 2009 Cuma by : Razorback | 0 yorum   | Filed under:

Halloween (1978)


John Carpenter' ın yazıp yönettiği ve hatta o muhte$em müziklerine de el attığı süper film.


6 ya$ında olan Michael Myers, filmin hemen ba$ında ba$ka bir erkekle sevi$mi$ ablasını öldürür. Ve doğal olarak hapse girer. 15 yıl hapiste kalan Michael, 21 ya$ında bir Halloween ak$amını kabusa çevirmek için hastaneden kaçar. Kendisinin neler yapabileceğini bilen doktoruda pe$inden gelir fakat bence pek bir numarası olmadı. Engellediği herhangi bir $ey yok nerdeyse Jamie Lee Curtis' i kurtarmak dı$ında.

Filmin ilk 1 saati hiç bir olay gerçekle$mez, sadece izleyici yava$ yava$ gerilmeye ba$lar. Michael abimiz, kurbanlarını takip eder, nerede kıstırıp nerede öldüreceğine karar verir. Sonrada doğramaya ba$lar. Bununla birlikte bu film, Jaime Lee Curtis' e, Scream Queen sıfatını kazandırmı$tır.

Filmin kendisi kadar müzikleride oldukça ba$arılı. Herhangi bir gerilim olmamasına rağmen durup dururken çalsalar bile insan kendini rahatsız hissediyor sanki. Ayrıca kendisi serisinin ilk filmidir.

Points:9/10

Posted at time: 18:50 on 10 Eylül 2009 Perşembe by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Open Water 2: Adrift (2006)


İlk filmin ardından büyük beklentiyle izlediğim, fakat ilkiyle kar$ıla$tırınca sönük kalan bu filmi Hans Horn yönetmi$.


Karakterler açısından pek özgün olamayan yönetmen bari senaryodan kurtarıyım derken bir kaç hatada bulunmu$ bence. Zira karakterlerin hepsi hemen hemen klasikle$mi$ tipler. Birbirini seven ama söyleyemeyen iki genç, olmayan parasıyla arkada$larına hava atan dümbük ve bunların yanında bir aile.

Filmin bir çok saçmalığı bulunuyor bir defa. Mesela aklımda kalanları yazıyım, ba$larında kaptan olarak geçinen elemanın kız arkada$ının ü$ürken diğerlerinin normal durması. Yatın üstünde zorlanıldığında ayakla basılıp yukarı çıkılabilicek çıkıntılar olması. Sudan yeni çıktığı halde bazen insanların saçlarının kuru olması. Sonunda, diğer teknenin o kadar yüksek bir motor sesine rağmen bebeğin ağlama sesini duyması. Evet, telsizdende olsa.

Ve bunların yanında çok büyük bir saçmalık varki, resmen moralimi bozdu. İzlemeden önce öğrendiğim kadarıyla tam olarak gerçek bir hikaye ye dayanmıyor film aslında. Okyanusun ortasında bir yatta tek ba$ına bir bebek bulunuyor ve hikaye yapılıyor. Fakat son sahnede kadını görüyoruz. Yani aslında film kendi içinde çeli$iyor. Madem kendi hikayeni yazıcaksın "Based on true story" ibaresini ekleyemezsin karde$im. Zaten diğer olayların hikaye olduğunu yönetmenin kendisinin söylemesi filmin tamamen hikaye olduğunu söylüyor bize aslında.

Ayrıca, son sahnede, onları bulan tekneli adam neden son karede kızı gösterirken ortada yoktu? Hadi kadraj a almadınız, motor sesini ne yaptınız? Sanırım hayatımda izlediğim en kötü finallerden birine sahipti bu film. Kendisi idare edicek derecede olsa da, sonu oldukça kötüydü. Ve bu filmi içinde geçen çıplaklık ve $iddet sahnerinden dolayı "R" olarak değerlendiren insanlara biraz daha fazla film izlemelerini öneriyorum. Çünkü bunların ikiside yok aslında filmde.

Ve son olarak, madem birbirinizin üstüne basıp çıkabiliyordunuz, ki bunu filmi izleyen herkes o sırada dü$ünmü$tür. Neden bunu daha önce yapmadınız yahu. Böyle saçmalık olur mu?

Points:2/10

Posted at time: 17:35 on 7 Eylül 2009 Pazartesi by : Razorback | 0 yorum   | Filed under:

Jaws 2 (1978)


Olay yaratan ilk filminden 3 sene sonra çekilmi$, Steven Spielberg yerine Jeannot Szwarc tarafından yönetilmi$ gerilim filmi.


Öncelikle $unu söylemeliyimki, objektif olarak izlenince ilk filminden, bir kaç saçmalama ayrıntısı dı$ında bir farkı olmadığını söyleyebilirim. Jeannot Szwarc iyi i$ çıkarmı$. Fakat filmin bazı yerlerinde çok saçma olaylar görebiliyoruz. Filmin geneli hakkında bir $ey söylemek gerekirse, yönetmenin en büyük ve bence tek göze çok bakan hatası, bir devam filmi çekmek yerine sıfırdan bir film çekiyormu$ gibi her$eye ba$tan ba$laması. Sonuçta $erife daha önce öldürdüğü köpekbalığından dolayı bir güven duyuluyor olabilirdi. Bunun yerine bu filmde kendisine güvenilmediği gibi, birde i$inden çıkartılıyor. Bu adamın çektiği çileyi kimse çekmedi bu film serisinde.

Saçmalık olarak tabir edebileceğimiz bir kaç ayrıntıya gelirsek eğer, filmin belli bir kısmında sürekli yapılan ip atma olayı. Çok durulmu$ bence üstünde sonuçta her birbirine yana$an ip atıyorum diye bağırmaya ba$lıyor. Tamam karde$im bunu bizde akıl edebiliyoruz 5846 defa göstermene gerek yokki ip atma olayını. Üstelik siz ne yaman insanlarmı$sınız da, sanki Texas' ta gibi her yerden tek denemede ip atabiliyormu$sunuz yahu. Film boyunca, kim nerden ip atsa hepsi tam isabet etti. Birinizde kaçırın da gerçekçi olsun mesela. Tina isimli çıtır hatun, erkek arkada$ını köpekbalığı çekerken psikopat bir biçimde seyrediyor, bir sonraki sahnede ise teknenin bir kö$esine sıkı$mı$ travma geçiriyordu. Nasıl tepki vereceğini tutturamadı sanırım. $ok oldu o an desek, öyle bir ifadesi de yok. İlk filmdeki gibi yine bir balinanin üstündeki ısırık izlerinden öğrendiler köpekbalığı olduğunu. Teknenin patlama sahnesinde, kadın resmen kendini yaktı benzinle. Önce kendine sonra köpekbalığına döktü nedense. Sonrada denizin ortasından zombi gibi fırladı zaten. Hehe. Birde yelken gibi bez türü bir $eyle arkada$ları tarafından sallanan genç, denize girip çıkarken, sanki araya belgesel kanalı girmi$ tutunamamı$ gibi belgesel görüntüleri gösterildi yahu. Madem köpekbalığının gözünden yakla$ıyosun olaya, ordaki yosunları ne yapsın koca hayvan? Ya da öyle değil, saçma sapan görüntü koydunuz oraya. Ba$ka bir açıklaması olduğunu dü$ünmüyorum. Son olarak, Jaws çok iğrenç bir efektle yandı. Yahu o tarihte e$$ek kadar köpekbalığı maketi yapıyosunuz fakat yakamıyosunuz öyle mi? Yuh diyorum ba$ka da bir $ey diyemiyorum.

Neyse, bu gibi ayrıntıları atlarsak aslında kötü bir film değil. Birazcık daha üstüne dü$ülseydi, bence ilk filmini bile sallıyabilirdi.

Points:7/10

Posted at time: 20:22 on 6 Eylül 2009 Pazar by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Jaws (1975)


Steven Spielberg' ün 27 ya$ında çektiği filmdir. Ayrıca kendini kanıtladığı filmde olmu$tur. Kendisinden sonra çekilecek bilmem kaç milyon filme, konu olarak olmasa bile korku-gerilim filmi çekmenin ince ayrıntılarının derslerini vermi$tir.


Gece çekimleri süper bu filmde. Üstelik deniz altı görüntüleri oldukça az. Ki bence gayet güzel, zira belgesel tadına dönebiliyor öyle olunca. Filmde belirtilen, daha sonra binlerce filmde gördüğümüz çok $ey var aslında. Mesela filmin ba$ındaki tatlı hatun. Olası bir cinsel birle$me öncesinde Jaws' a yem olması. Gerilim müziklerinde Jaws' ın gelir gibi yapıp dönmesi ve böylelikle insanı germesi. $erif' in ailesini korumaya çalı$ması, aile kavramı. Fakat ailesine rağmen görevine de önem vermesi ve korkmasına rağmen denize açılması. Bunlar aklıma ilk gelenler. Bir çok ayrıntı bulunmakta bu $ekilde.

Quint, Matt ve Martin üçlüsü gayet iyiler filmde. Çuvalladıkları bi sahne görmedim ben. Diğer oyuncular biraz daha geri planda kalmı$ fakat onlarda kötü değiller kesinlikle.

Konusu ise $öyle, Amity isimli ada yaz aylarında canlanmaktadır. Bununla birlikte adaya katil bir köpekbalığı tehlikesi ba$ gösterir. Fakat önceleri çok dikkate alınmaz. Ölümlerin artmasıyla birlikte olaylar geli$ir..

Points:9/10

Posted at time: 19:04 on 4 Eylül 2009 Cuma by : Razorback | 0 yorum   | Filed under:

The Blair Witch Project (1999)


Daniel Myrick ve Eduardo Sanchez yönetmenliğindeki gerilim filmi.


Ama ne gerilim filmi yahu. Sadece el kameralarıyla herhangi bir görsel efekt kullanılmadan çekilmi$. Çoğu sahnenin gerçek olduğu film. $öyleki, oyuncuların hiçbiri bundan önce doğru düzgün bir filmde oynamamı$. Bu durumun oyuncuların artı performans göstererek filmi güzelle$tirdiğini söyleyebiliriz. Oyunculara filmin her sahnesini anlatmayan bir senaryo verilmi$ ve günlük olarak ki, daha sonra bazen göndermemi$ler, yiyecek içecek verilmi$. Yani oyuncular aslında gerçekten ormanda tek ba$larına kalmı$lar. Yiyecek gönderilmediği zaman korkmu$lar filan. Hatta bir gece gelip çadırı sallamı$lar. Etrafa korkutucu $eyler bırakıp kaçmı$lar. Ve bununla birlikte zaten tüm senaryoyu bilmediklerinden çoğu ağlama sahnesi filan gerçekten ya$anmı$. Ormanda 8 gün boyunca bayağı uzun bir süre çekim yapmı$lar. Çektikleri görüntüleri montajlamak bir sene gibi bir süre almı$ yanlı$ hatırlamıyorsam.

Filmin herhangi saçma bir ayrıntısını farketmedim ben. Haritayı kaybettiklerinde ellerindeki kameralardan çektikleri görüntüleri geri sarıp haritaya bakabilirlerdi belki. Ama sanırım bunu dü$ünemeyecek kadar aptal değillerdi. Kameranın öyle bir özelliği olmadığını varsayarak hatasız diyebilirim.

Zaten kendisi bir korku filmi değil öncelikle bunu anlamak gerekli bence. Salt bir psikolojik gerilim. Zira, film boyunca ne cadıyı gösteriyor ne de ba$ka bir yaratık filan. İnsanı kendi korkularıyla yalnız bırakıyor film. Çok da iyi yapıyor bence. Filmdeki gerçekçilik had safhada zaten.

Bunun yanında, filmin masrafları 35,000 $ iken, kendisi 100 milyon $ gibi bir gelir sağlamı$. Rakamlardan tam emin değilim fakat, 1e 1000 gibi bir kar getirisi var. Bunu $imdiye kadar geçen ba$ka bir film olmamı$ ve rekoru ellerinde tutuyorlar. Bu zamandan sonrada kimsenin geçemeyeceğini dü$ünüyorum.

"i'm too scared to close my eyes, i'm too scared to open them."

Points:9/10

Posted at time: 17:34 on 3 Eylül 2009 Perşembe by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Changeling (2008)


Yönetmenliğini Clint Eastwood' un yaptığı ya$anmı$ bir hikayeyi anlatan yapım.


Genelde drama filmlerinin hayranı olmayan biri olduğumu söylemek isterim. Zira, pek sevmem bu tür filmleri gerçek bir olaydan alındığı için ilgimi çekti. Angelina Jolie' ye değinecek olursam, film çekilmeden biri bana böyle bir rol oynayacağını söyleseydi inanmazdım sanırım. Tahminimden fazlasıyla iyi bir oyunculuk çıkarmı$. John Malkovic ise filmin arka planda olan starı bence. Gayet iyi.

Filmin konusuna gelirsek eğer, kaybolan çocuğunu aramaya ba$layan Christine Collins, polisin bulduğu çocuğun kendisinin olmadığını söylemeye çalı$tığı zaman, karizmasını zedelemek istemeyen polisler tarafından bazı yasal olmayan hatta etik olmayan davranı$lara ve kararlara maruz kalır.

Fakat filmle ilgili bir kaç ayrıntı gözümden kaçmadı değil. Öncelikle, sorguda konu$an katili açıklayan çocuk özellikle o sahnede çok yapay durmu$. Çocuk i$te denilip geçilebilir aslında fakat daha iyi rol yapan çocuklarda var. O konu$madaki anlattıkları bana hiç inandırıcı gelmedi mesela. Christine Collins' in katil idam edilmeden önce onu görmeye gitmesi fakat adamın karar deği$tirip konu$maması çok gereksiz olmu$. İyiki fazla uzatmamı$lar. Zira hiç bir anlamı olmadığını dü$ünüyorum. Filme kattığı bir detayı falanda yok. Sonlarda ise, akademi ödüllerini izlemek ve kutlamak için ardı ardına iki teklif alması bana garip geldi. Belki filmin anlattığı zamanlarda çok popülerdi ya da kadının üzüntüsünü az da olsa unutturmak için yapıldı. Fakat neden kutlama yapılırki yahu? Sen mi ödül alıcaksın karde$im? Ayrıca, tam o sahnede, radyoyu dinlerken yaptığı hareketler filan bana çocuğu yava$ yava$ unutturduğu hissi verdi. "Dinner is on me" diye telefon açması da cabası.

Bunların dı$ında kötü bir yapım olmamı$ Changeling. Sonunda çocuğu bulamıyor, ki bu da Amerikan film kli$elerini zedeleyen bir durum sanırım. Polise kar$ı bitmek tükenmek bilmeyen adalet sava$ı güzel anlatılmı$. Çocuğa olan özlem ise biraz daha fazla olabilirmi$ sanki. Bir süre sonra çocuğu unutup polislerle tartı$mak ister gibi gözüküyor bazı sahnelerde. Ama olsun, anne yüreğidir olur öyle. İzleyiniz efenim, hiç bir $ey hissetmeseniz bile, 141 dakikanızı çöpe attığınızı dü$ünmezsiniz.

Son olarak, filmin siyah beyazdan gelip siyah beyaza dönmesi gayet güzel bir ayrıntıydı.

Points:8/10

Posted at time: 20:33 on 2 Eylül 2009 Çarşamba by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,

Observe and Report (2009)


Jody Hill' in yönettiği komedi filmi.


Seth Rogen, Ray Liotta, Anna Faris gibi oyuncularla fena bir kadrosu olmamasına rağmen, hayatımda izlediğim en kötü filmler listesine girebilecek bir filmdir kendisi. Çok ilginç bir konusu yok zaten. Filmin tamamında bir kaç gülünücek sahne var desem, aslında bir komedi için ne kadar vahim olduğu anla$ılabilir sanırım. Halbuki izlemeden önce, kadrosuyla gelecek vaad eden bir durumu vardı bu filmin. Fakat olmamı$ diyor, geçiyorum..

Points:2/10

Posted at time: 17:55 on 1 Eylül 2009 Salı by : Razorback | 0 yorum   | Filed under: ,